Başlığımızın son kelimesi "ama" şerh düşmek için kullanılan hitap kipidir. Hiç kuşkusuz, İslâm ümmeti olarak dünya sahnesinde olmamız gereken yerde değiliz. Kabahatimiz çok büyük. Suçlu bir ümmetiz. Allah'u âlem ilâhî huzurda sicilimiz ne durumda? Birileri bize bunu açıklayabilir mi? Aslında bunu bilmemiz için hayat rehberimiz olan Kûr'ân ayetlerine bakmamız yeterlidir. Örneğin, bizim yeryüzündeki misyonumuzu çok bariz bir şekilde ibraz eden Al-i İmrân Sûresi'nin 110'ncu ayetine bakalım: "Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyi olanı tesis eder, kötü olanı bertaraf edersiniz..."
Bu ilâhî buyruğun temel paradigma ve yol haritası yine Kûr'ân-ı Kerim'in birçok ayetinde belirtilmektedir. Biz burada misyonumuzun öncül ilkesinden söz etmiş oluyoruz. Soracak olursak, ümmet olarak bu buyruğun neresindeyiz? Çok açık bir şekilde ifade etmiş olalım, ümmet olarak bu buyruğun gereğini yapmadık. Yapabilecek potansiyelimiz var aslında. Olmasa zaten bu misyonu Rabbimiz bize yüklemez. "Allah size kaldıramayacağınız yükü yüklemez." (Bakara:286) Şu hâlde ümmet olarak mazeret beyan edemeyiz.. Sorumluluğumuzu yerine getirmedik, suçluyuz. Eşyanın tabiatı boşluk kabul etmiyor. Daha açık bir ifadeyle, "Su uyur düşman uyumaz." Bizim doldurmadığımız yeri insanlık düşmanları ozon tabakasını delmekle, ekolojik dengeyi bozmakla, yeryüzünü fesada vermekle, hasılı ekini ve nesli helâk etmekle dolduruyor.
Bu yüzden suçumuz büyük. Yüce Rabbimiz dünyayı yaşanır kılmış. Ama gücü, siyasi erki, enerji kaynaklarını ellerinde bulunduran küresel emperyal güçler, finans baronları ekini, nesli (insan ırkını) ve tabiatı - bitki örtüsünü tahrip etmeye devam etmektedirler. Böyle olmamalıydı. Ümmet olarak Kûr'ân'ın emirlerine sarılsaydık, ilâhî algoritma ile evrensel birlikteliğimizi tesis etseydik bugün bu durumda olmazdık. Dünya bu durumda olmazdı. Yeryüzünde iyiliklerin tesisine ve kötülüklerin bertaraf edilmesine ilişkin misyonumuzun ön şartı 57 ulus devlete bölünmüş olan ümmetin evrensel birlikteliğini tesis etmesidir. Yol haritasından, algoritmadan söz ederken bunların da ön şartının kurumsal birliğimizin tesis edilmesinin imânî bir zorunluluk olduğunu bilmek zorundayız. Ümmet olarak suçlu olmamızın nedeni budur. Bakınız bu durumumuzla ilgili Kûr'ân bize nasıl bir haber veriyor: "(Mahşer günü) Peygamber der ki: 'Rabbim bu ümmetim Kûr'ân'ı mahcûr (terk edilmiş) bıraktı." (Furkan:30)
Durağanlık, atalet veya fetret gibi durumlar yapılması gerekenlerin ihmâl edilişini beraberinde getirmektedir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, eşyanın tabiatı boşluk kabul etmemektedir. Devinim hâlinde olmak bir zarurettir. Bu olguya ilişkin şöyle bir darb-ı mesel var: "Bir nehirde iki kez yıkanılmaz." Zaman sizi beklemez, zaman su gibi akıyor. Zaman kaybı için şöyle bir özlü söz var: "Köprünün altından çok sular aktı." Bir başka ata sözü: "Atı alan Üsküdar'ı geçti." İşte bütün bu özlü sözler bize sorumluluklarımızı ötelemememiz gerektiğini hatırlatıyor. Bireysel anlamda söylenmiş fakat ümmet geneline uyarlanabilir bir sözü kaydetmiş olalım: "Sen nefsini Hak ile meşgûl etmezsen, nefsin seni batıl ile meşgûl eder." Ümmet geneline baktığımızda Hak ile meşgûl olmadığımız görülmektedir. Hak bize yeryüzünde adaletin, barışın, sevginin, paylaşımın hasılı, iyiliklerin tesisini ve sömürünün, zulmün, köle düzenlerinin, hasılı kötülüklerin bertaraf edilmesini emrediyor. Bunun ön koşulu ise İslâm ümmetinin evrensel birlikteliğini tesis etmektir. Hâni nerede bu birlik? Merhum Erbakan Hocamız kırk küsur yıllık siyasi hayatı boyunca bu birliği tesis etmek için çırpındı durdu. D-8 ümmetin kombinasyonu ve İslâm Birliği'nin ön hazırlığı idi. 28 Şubat post-modern darbesini yapan nesebi gayr-i sahih şeytanın askerleri buna engel oldu. Elbette ki bu misyon, bu mükellefiyet sadece Erbakan Hocamız'a ait değildi. Bu sorumluluk Müslüman halkların başındaki siyasilerin tümünü kapsamaktadır. 28 Şubat'lar, şeytanî güçlerin darbe girişimleri veya tehditleri mazeret değildir. Firavun'lar, Ebu Cehil'ler, Ebu Lehep'ler, Muaviye ve Yezid'ler hep olacaktır. Bunu illâ determinizm felsefî görüşü ile açıklamak zorunda değiliz. İmtihan dünyasındayız. Hayırla da, şerle de sınanmaktayız.
"İt ürür, kervan yürür." kabilinden Erbakan Hocamız'ın bayrağını sadece kendi partisi değil tüm Müslüman siyasiler ellerine almalıydı. Zira Erbakan Hocamız'ın D-8 projesi imâna taalluk eden çözümlenebilir algoritma ve bir yol haritasıydı. İslâm ümmeti bugün büyük bir sorunun sarmalı içerisinde bulunmaktadır. Oysa namütenahi yetkinlikteki Kitab-ı Mübin önümüzde bulunmaktadır.
İçerisinde bulunduğumuz bu hâl aslında sorumluluğumuzu terk etmiş olmaktan kaynaklanan bir durumdur. Baştan beri bunu izah etmeye çalışıyoruz. Bakınız Yüce Rabbimiz ne buyuruyor: "Benim zikrimden yüz çevirenlere yeryüzünde sıkıntılı bir yaşam vardır." (Tâ Hâ:124) Olay bu kadar açık ve net. Şu hâlde ümmet olarak olmamız gereken yerde olmamız için Rad Sûresi'nin 11'nci ayetinin uyarısını ivedilikle dikkate almak zorundayız: "Bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe Allah da onların durumunu değiştirmez."